Posts by @faruk@

Adriana Lima Reklamlarımda Oynadı!

Elimde bir domain var, kankamatik.com. Hatırlarsanız Doritos kankamatik temalı bir reklam  yayınladı 2009 yılında. Reklamda Dünyaca ünlü manken Adriana Lima oynadı.

Bu reklam yayınlandığı yıllarda çok izlenmiş ve akılda kalmıştı. Ve doritos kankamatik söylemini milyonlarca lira yatırarak insanlara öğretti. 2011 yılında yine jenerik domain arayışlarım sırasında aklıma gelen bu tabiri şans eseri alınabilir durumda buldum ve hemen alanadı kaydını yaptım. Peki ama bu domain ile ne yapacaktım? Güzel bir

arkadaşlık sitesi olabilirdi belki ama ben farklı bir yol izleme kararı aldım. Eğlence! kankamatik.com u bir flash oyun sitesi haline getirdim yaklaşık 2 ay önce. Kurulumu ve elle tutulur hale gelmesi 20 günümü aldı. İlk gerçek

ziyaretlerini alması aynı ayın sonunda oldu. Şimdi ise 500‘e

yakın oyun ve 18.977 oynanma rakamlarını admin panelinde görüyorum. Facebook istatistiklerinde bir gönderiyi farklı ziyaretçilerin paylaşımları ile 333.568 kişinin görüntülediğini söylüyor. Geçtiğimiz Perşembe bir günde en yüksek tekil ziyaretçi sayısına ulaştı, 2.898 kişi. Hedefim 2013 yılında 100.000 beğeni ve günlük 20.000 tekil ziyaretçi. İyi eğlenceler.

Doritos Reklamı:

[youtube http://www.youtube.com/watch?v=-YanrYivFkY&w=420&h=315]

Yaşasın Başaramadık!

İyi bir mentör’ün skalasına,  onu başarıya taşıyan girişimlerine bakalım. “Başardım” içerikli zafer cümleleri kurduğu zamanların öncelerinde “Yine olmadı, bu seferde başaramadık” hüzünlerinin yattığını görürüz. Başaramamak Japonya kadar olmasa bile ülkemizde de yadırganır ve çevresi tarafından girişimcinin yetilerine ve azmine olan güven zayıflar. Şu söylemlerin ardı arkası bir müddet bitmez “Yavrum sigortalı bir işe gir çalış, heder ediyorsun kendini” Lakin gerçekte girişimci;  başarısızlıkları ile pişen ve başarısızlıklarını tekrar etmeyerek başarıya ulaşan azim sahibine denir.

29 Eylül’de Özyeğin Üniversitesi ve etohum işbirliği ile gerçekleştirilen Başarısızlık Zirvesinde bende seyirciler arasında ki yerimi aldım. Oldukça ‘başarılı’ geçen başarısızlık zirvesinin ikincisini tüm katılımcılar ve seyirciler gibi bende merakla bekliyorum. Aşağıda zirveden çıkarımlarımı kendi yorumumla sunuyorum. Keyifli okumalar.

Finansal desteği (ör: Baba parası) olmayan yeni girişimcilerin zorlandıkları bazı konu başlıkları vardır;

–          İş yönetimi ve kurulumu konusunda tecrübesizlik,

–          Güvenilir ortak, çalışma arkadaşları,

–          Maddi kaynak yetersizliği,

–          İyi bir mentör bulamamak,

–          İkinci adımda ne yapacağını kestirememe, Plansızlık,

–          Vergi ve hukuk sistemi konusunda bilgisizlik,

–          Yalnızca para kazanmaya odaklanma,

–          Birden fazla konu ile ilgilenme, Bir işe odaklanamama,

Bu başlıklardan biri ya da birden fazlası girişimciyi batırmaya yetebilir. Yeni bir fikir geliştirdiğimizde hepimizde aynı heyecan olur. Bu sefer kesin olacak. Bu fikrin eşi benzeri yok, daha önce yapanı hiç görmedim. Özyeğin Üniversitesi Rektörü Prof. Erhan hocamın dediği gibi “Eşi benzeri yoksa belki bir sebebi vardır” işe başlamadan önce başarma oranımızı yükseltmek için önce müşteriyi dinlemek onun ne istediğini bilmek çok önemli.

İnsanın hem özel hayatında hem iş hayatında ‘çakılma’ sebepleri olarak yukarıda yazdıklarımın yanında; ilişkilerimizi, çalışanlarımızı iyi yönetememek, Standartlara takılmak, iyi dinlememek ve dinletmemek ve Einstein’ın “Aynı şeyleri tekrar ederek farklı sonuç alamazsınız” sözü üzerine ısrarcı olmayı da sayabiliriz. Başarmak için kişisel olarak hayat görüşüne sahip olmalı ve sosyal anlamda temel konular hakkında birikimlerimizi artırmaya devam etmeliyiz. Ve yeniden denemeli, farklı açıdan bakarak ve düşünerek yeniden denemeliyiz.

Sözün özü: Her girişimci başarısızlığı tadacaktır. Başaramamak sonuç değil sonuca giden tecrübedir.

Harekete Geçmek Üzerine

Bazı kıssalar vardır ki “eh, ders vermek için bu kadar abartılmaz ki” dersiniz. Ama aşağıdaki kısa hikaye bunun aksine önyargılarımızın ve harekete geçmek için sadece denemeye kalkışmamızın önemi üzerine yazılmış basit ama keyifli bir hikaye.

Padişah, maiyetini önemli bir görev için sınamak istemiş. Birçok güçlü ve akıllı adam etrafında toplanmış. Padişah onları bugüne kadar görüp görebilecekleri en kocaman kapının önüne getirerek şöyle söylemiş.
“Siz akıllı insanlar, benim bir sorunum var ve hanginizin bunu çözebileceğini görmek istiyorum. Burada krallığımdaki en büyük ve ağır kapıyı görüyorsunuz. Hanginiz bunu açabilirsiniz?”
Saray mensuplarından bazıları açamayız der gibi başlarını sallamış. Diğerleri, çevresindekilere göre daha akıllı sayılanlar, kapıyı daha yakından incelemiş fakat onlar da açamayacaklarını kabul etmişler. Bu akıllı insanlar böyle söyleyince saraylılar sorunun çözülemeyecek kadar zor olduğunda fikir birliğine varmışlar.
Sadece bir vezir kapının yanına giderek onu şöyle bir gözden geçirmiş ve elleriyle yoklamış, açmak için çeşitli yolları denemiş, en sonunda kuvvetle yüklendiğinde ağır kapı açılmış.


Meğer kapı zaten tam kapalı değilmiş ve açmak için deneme isteği ve yüreklilikle davranma cesaretinden başka bir şey gerekmiyormuş. Padişah vezire şöyle söylemiş:
“Sadece gördüğün ve işittiğine bağlı kalmadan, kendi gücünü devreye soktuğun ve denemeyi göze aldığın için saraydaki görevi sen olacaksın.”

Olduğu Kadar

Bir yazan ve bir yazdıranla başladı,

Uçakta kusma kağıdına,

Lokantada peçeteye yazıldı şiirler…

Aralarında adının geçtiği anlamlı cümleler…

Unutuldu, atıldı ya da kayboldu sonra peçeteler,

Silmek istediğimde gözyaşlarımı,

Dirseğim uzandı gözlerime…

Kızarmış gözlerimi sildim bir sağ, bir sol yaparak ve uzun uzun hıçkırarak…

Pek sevmezdim betimlemeyi ana dek,

Düz anlattığımda heyecan vermediğini görene kadar,

Düz anlatmayı da pek beceremezdimya…

İşte olduğu kadar…

Hiç büyük hatam olmamıştı, seni betimlemeye çalışana kadar,

Bulamadıkça sana benzeyeni, seni anlatanı,

Dirseklerim daha hızlı çalışır oldu gözlerimde…

Ta ki yaş kalmayana kadar…

2 Ay’da 75 Bin TL!

Her şey yeni bir tecrübe insan için. Bugün ilk defa tecrübe ettiğim bir konu üzerine yaklaşık 75bin TL’lik bir Kosgeb desteği aldık firma olarak. Projeyi tek başına yazarken hissettiğim şey firmamın çıkarlarını savunmak ve sahiplenmekti. Hislerimin uyandırdığı heyecan doruk noktasına ulaştı ve neredeyse hiç kesinti yapmadan destek vermeyen Kosgeb, hiç kesinti yapmadan yaklaşık 75 bin TL vermeyi taahhüt etti. Yarın taahhütnameler imzalanacak ve satınalmalar başlayacak.

Bu aşamada şunun farkına vardım ki Kosgeb’in ne olduğunu bilmeden hep öz sermayeden tüketmeye devam eden binlerce firma var. İnsanlar tabi ki öz sermayelerinden tüketecekler fakat bir kurum size geliştirdiğiniz bir proje karşılığında harcamanızın %50 sini geri ödemesiz vermeyi teklif ediyorsa bence geri çevirmeyin. Zira habersizce kendini tüketen binlerce firmadan biri olursunuz. Tabi ki bu söylediklerim Kobiler için geçerli.

Öyle ki bunun Tübitak‘ı var, Kalkınma Ajansları var, Dış Ticaret Müsteşarlığı var hatta Avrupa Birliği var. Vakit imkanları değerlendirme ve işleri geliştirme vakti. Acele edin! Bilmiyorsanız bir bilene sorun. Ama işinizi geliştirmek için sunulan fırsatları kaçırmayın. Bugün 75 bin, yarın 1 milyon dolar!

Şuradan bir öğrenci bir Müjgan alır mısınız?

Göndermiş olduğum “şuradan bi öğrenci”nin üstü gelmiş değil. Yirmibeş kuruşun hayatımda değerli olduğu zamanları yaşıyorum. Normal hayatta dönüp bakmayacağım ya da uzanıpta erişemeyeceğim insanların teninin kokusu burnumda. Dolmuştayım. Hava çok soğuk ama biz çok sıcağız çünkü çok yakınız. Kimse şikayetçi değil. Belki de herkes ısınabildiği için memnun hayatından.  Aynı araca babam binse ve “şuradan bir emekli uzatır mısın yiğenim” dese tanıyamam. O derece.

Biz yakınlığımızı ısınarak avantaja çevirirken o sırada arkalarda oturmakta olan bir çocuktan “anneeaa bak müjgan teyzeeee” diye bir feryat kopuyor. Hepimiz Müjgan teyzeye bakıyoruz. Görünce kendinden geçilecek kadar değil, çocuk işte diyorum. Aynı çocuk “annneea ben Müjgan teyzenin kucağına oturdum” diye bağırarak hayatında ki gelişmeleri bizimle de paylaşıyor. Müjgan teyze tafından dürtülen ve annesi tarafından gözleri büyütmek suretiyle yapılan ‘sus artık’ temalı mimiklere maruz kalan çocukla annesi arasında geçen bağrışmadan yeni bir şey daha öğreniyoruz. Müjgan teyze saçlarını boyatmış. “Hem de sarıyaaaaaaa” çocuk işte. Ortamda ki gerilim ve Müjgan teyzenin popülerliği doğru orantıda artmaya devam ediyor. Hepimiz rahatsızız.

Ayakta durabilmek için tüm kaslarımı çalıştırdığım bir anda kırmızı deri görünümlü bir çantanın beni taciz ettiğini görüyorum. Sesimi çıkartmıyorum. Oksijen kullanmadan seyahat edilebilen tek yer olan dolmuşta seyahatimiz sürüyor. Ses seviyesini ayarlayamayan çocuk aniden yüzden geriye doğru saymaya başlıyor. Artık korkuyoruz. Hep bir ağızdan “müsait bi yerde” diye bağırmak ve koşarak uzaklaşmak istiyoruz. Bağıramıyoruz. Aramızda bağıran biri var zaten, ne haddimize bağırmak. Bir an içimden çocukla beraber saydığımı fark ediyorum. Yanlış sayarsa krizi fırsata çevirmek ve “zaten bilmiyorsun sus artık” diye çıkışmak istiyorum. Otuz dokuza  geldiğinde Müjgan teyze sağ olsun susturuyor çığırtkan çocuğu. Çocuk susuyor ama gözlerine bakılırsa yeni bir çıkış aradığı belli. Ve çıkıyor, “Müjgan teyze hadi seninle ladese girelim” Ladese girin bir daha da çıkmayın demek istiyorum. Çocuk “ hadi yaaaa.. sakızına haaa” diyerek Müjgan teyzeyi ikna etmeye çalışıyor. Burada ki ‘sakızınaa haaa’ çocuk için şu anlama geliyor; ‘daha ne olsun, sakız lan  işte’ hayatta ki ulaşmak istediği en son nokta sakız olan bir çocuğu dinleyerek arkadaki boşluklara ilerliyoruz. Neyse ki içerisi babamı tanıyabilecek kadar rahatladı. Babama sarılmak, ağlamak, feryat etmek ve çocuğu dövmesini söylemek istiyorum. Gözlerim babamı arıyor. İnmiş galiba. Neyse baba evde görüşürüz.

Beni taciz eden kırmızı deri görünümlü çantanın sahibi dolmuştan inip hemen bir keyif sigarası yakıyor. “hepiniz aynısınız” demek istiyorum. Kullanılmış hissediyorum. Kendi derdimden daha önemli olan ve gereksiz çıkışlarla ortamı geren çocuğa dönüyorum. Önlüğüne meyve suyu döken Emre’yi nasıl dövdüğünü, Sibel’in aslında kendisini sevdiğini ama belli etmediğini, kitaplarını okulun bahçesine saklayıp taşımaktan kurtularak nasıl bir zeka örneği sergilediğini , Çarşamba günü yok yok Perşembe günü ladeste Özge’yi yenerek nasıl sakız kazandığını hızlı ve hararetli bir şekilde anlatıyor. Dinliyoruz. “Yeter ulan artık eşşoğlueşşek ”demek istiyorum. Diyemiyorum. Annesi var. O kadar gürültüye sebep olan bir çocuğun annesi bir şey demediğine göre biz bir şey söylersek annesinin çocuğunu savunacağını tahmin ettiğimiz için gereksiz bir gerginlik yaşamak istemiyoruz. Zaten gerekli bir gerginlik yaşıyoruz.

İki durak sonra ineceğim. Elimde ki kitabı çocuğun kafasına vurup bayıltmak için planlar yapıyorum. Kafamın içinden geçenler şöyle; “Durakta lütfen” diye bağırıyorum. Dolmuş yavaşlıyor ve kapı açılıyor. O anda kitabın keskin köşesini çocuğun ense köküne indiriyorum ve koşarak uzaklaşıyorum. Ertesi gün manşetlerdeyim. ‘o bir halk kahramanı ’ yaptığım hizmetten ötürü üstün hizmet madalyası alıyorum. Vatana hizmet etmiş olmanın gururuyla omuzlarda gezdiriliyorum. Büyükşehir Belediyesi bir yıl boyunca ücretsiz seyahat etme hakkı veriyor. Buna sevinmeli miyim yoksa üzülmeli miyim bilemiyorum. Bir an belediye başkanına “ başkanım bu ücretsiz seyahat kartını satabilir miyim?” diye somak istiyorum. Sonra “neyse neyse şimdi basının önünde sormiyim, ayıp olur, Ben bunu bi şekilde okuturum zaten ”diye içimden geçiriyorum.

Hayallerimde yaşadığım gurur tablosunu “Durakta inecek olan arkadaş, hoopp bilader” diye bağıran şoför kesiyor. Dalmışım. Kapı açık. Herkes inmemi bekliyor. “Bu son şansın, hadi artık bitir şu işi” diyorum. Kitabı sıkıca kavrıyorum, veee tam kaldıracakken, “saçmalama lan, manyak mısın?”diyorum kendi kendime. Çocuğa travmalar yaşatacak, erken boşalma sorunlarına kadar götürecek olan bir bakış atıyorum. İnerken elinde ki kitabı, çantayı, şemsiyeyi sıkıca tutan ve ani bir darbeyle vurup kaçmak isteyen yoldaşlarımı görüyorum. Gurur duyuyorum. Benim yapamadığımı yapacaklarını hayal ederek asil bir lider gibi basamaktan iniyorum. O kartı istiyorum haberiniz olsun.

Girişimci İçin Abrakadabra “Think, Talk, Do”

Abrakadabra “Söylediğim gibi yaratacağım.”

Düşündüğünüzü yapmak için sihirli cümlelere ihtiyacınız yok. Geçerli bir sisteme ve taktiğe ihtiyacınız var. Bir tarza.. Bir felsefeye… Düşün, Konuş ve Yap.

Think…

Düşünmek zorundayız. Düşünmek ve yapmak, lakin önce düşünmek. Düşüncelerimiz arzuladığımız hedef hakkında bir şablon oluşturmamızı sağlar. Oluşturduğumuz fikrin iskeleti istişare ile şekillenecek ve hayata geçmeye hazır hale gelecektir. Hedef insanı motive eder ve olumsuz koşullar karşısında dayanak olur. Ticaret insanı, siyaset insanı ya da bilim insanı olmak isteyebiliriz. Çocukluğumuzda bu konular hakkında hiç bilgilendirilmemiş olabiliriz. Zeki insanlar yollarını kendileri çizerler. Zeki insanlar öngörü sahibidir. Yetiştiğimiz çevre, ailemiz, okuduğumuz okullar geleceğimizi hatta hayal gücümüzü olumsuz yönde etkilemiş olabilir. Önce düşünmeli ve planlamalı. Hedef koymalı. Ne için savaşacağım?

Hayata karşı geleceği hakkında duruşunu belirlemiş bir girişimci kısa ve uzun vadeli hedeflerini koymuş ve bu konuda düşünüyor olmalı.

Talk…

Konuşmak zorundayız. Düşündüklerimizi paylaşmak istişare etmek lazım gelir. Aklı selim vizyoner ve tecrübe sahibi dostlarla fikri paylaşmalıyız. Bu yeni bir iş, yapılması gereken bir organizasyon ya da katılmamız gereken bir topluluk, STK hatta siyasi parti olabilir. Mutlaka eklenecek ve çıkartılacaklar vardır. İyi yontulmuş oduna heykel derler. Kısa veya uzun vadeli yapmak istediklerimiz hakkında istişare halinde bulunmak mutlaka yeni kapıları ve fikirleri açar. Girişimciye çevre ve vizyon katar.

Do…

Yapmak zorundayız. Kendimize, milletimize, ailemize, çevremize daha iyisini verebilmek için yapmak zorundayız. Girişimci katkı sağlayandır. Geliştiren, üretendir. Fikirlerimizi kurgulayıp geliştirdikten sonra “Girişmek” zorundayız. Tasarlanan, istişare edilip olgunlaştırılan fikri hayata geçirmek için bir yerinden tutmak ve başlamak gerekir. Bireysel ya da içinde bulunduğumuz topluluk adına yapmak zorundayız.

Faruk KURUCAN

Google’dan Yuri Gagarin Doodle’ı



Uzay Uçuşuna Hazırlıklar

Uzay Yarışının başlangıç döneminde, Sovyetler kozmonot adaylarını belirlemek için geniş bir tarama programı başlatmışlardı. 20 kozmonot ile Sovyet uzay programına seçilen Gagarin bütün testleri başarıyla geçti. Sonunda yine yetenekli ve başarılı bir kozmonot olan German Titov ile Yuri Gagarin arasında bir tercih yapılacaktı, Yuri Gagarin seçildi. Bu seçimde soğuk Titov`un aksine Yuri`nin güler yüzlü ve cana yakın bir karakterinin olması ve sade bir çocukluk sürmesinin önemli olduğu söylenir.

Uçuş

12 Nisan 1961 tarihinde Gagarin uzaya çıkan ilk insan oldu. Uzaygemisinin adı Vostok 1 idi. Uluslararası medyaya göre Gagarin, uzayda “Burada Tanrı falan göremiyorum.” demişti. Ancak uzay uçuşu sırasında dünya ile yaptığı konuşmaların yayımlanan metninde böyle bir cümle yer almaz. Gagarin daha yörüngedeyken rütbesi TASS‘in birinci kumandanı Rusya’dan Simon olarak bilinen Maksat Babayev tarafından yükseltildi. Sovyet otoritelerine göre rütbe değişimin hemen yapılmasının sebebi Gagarin`in iniş sırasında ölebileceğini düşünmeleriydi. Ama bu gerçekleşmedi ve Gagarin dünyaya çok ünlü biri olarak döndü. Sovyetler Birliği Komünist Partisi`ni “bütün başarılarımızın düzenleyicisi” sözleriyle övdü.

 

Gagarin, uzay elbisesiyle.

Uçuştan Sonra

Gagarin dünya çapında ün kazanmış biri ve Sovyet başarısının sembolü olarak dünyayı dolaşmaya başladı, popüleritesini de kontrol edebiliyordu. 1962`de kozmonot yetiştirme merkezinde çalışmaya başladı.

Daha Fazlası İçin, BURAYI