Posts in Hayattan Detaylar

Harekete Geçmek Üzerine

Bazı kıssalar vardır ki “eh, ders vermek için bu kadar abartılmaz ki” dersiniz. Ama aşağıdaki kısa hikaye bunun aksine önyargılarımızın ve harekete geçmek için sadece denemeye kalkışmamızın önemi üzerine yazılmış basit ama keyifli bir hikaye.

Padişah, maiyetini önemli bir görev için sınamak istemiş. Birçok güçlü ve akıllı adam etrafında toplanmış. Padişah onları bugüne kadar görüp görebilecekleri en kocaman kapının önüne getirerek şöyle söylemiş.
“Siz akıllı insanlar, benim bir sorunum var ve hanginizin bunu çözebileceğini görmek istiyorum. Burada krallığımdaki en büyük ve ağır kapıyı görüyorsunuz. Hanginiz bunu açabilirsiniz?”
Saray mensuplarından bazıları açamayız der gibi başlarını sallamış. Diğerleri, çevresindekilere göre daha akıllı sayılanlar, kapıyı daha yakından incelemiş fakat onlar da açamayacaklarını kabul etmişler. Bu akıllı insanlar böyle söyleyince saraylılar sorunun çözülemeyecek kadar zor olduğunda fikir birliğine varmışlar.
Sadece bir vezir kapının yanına giderek onu şöyle bir gözden geçirmiş ve elleriyle yoklamış, açmak için çeşitli yolları denemiş, en sonunda kuvvetle yüklendiğinde ağır kapı açılmış.


Meğer kapı zaten tam kapalı değilmiş ve açmak için deneme isteği ve yüreklilikle davranma cesaretinden başka bir şey gerekmiyormuş. Padişah vezire şöyle söylemiş:
“Sadece gördüğün ve işittiğine bağlı kalmadan, kendi gücünü devreye soktuğun ve denemeyi göze aldığın için saraydaki görevi sen olacaksın.”

Şuradan bir öğrenci bir Müjgan alır mısınız?

Göndermiş olduğum “şuradan bi öğrenci”nin üstü gelmiş değil. Yirmibeş kuruşun hayatımda değerli olduğu zamanları yaşıyorum. Normal hayatta dönüp bakmayacağım ya da uzanıpta erişemeyeceğim insanların teninin kokusu burnumda. Dolmuştayım. Hava çok soğuk ama biz çok sıcağız çünkü çok yakınız. Kimse şikayetçi değil. Belki de herkes ısınabildiği için memnun hayatından.  Aynı araca babam binse ve “şuradan bir emekli uzatır mısın yiğenim” dese tanıyamam. O derece.

Biz yakınlığımızı ısınarak avantaja çevirirken o sırada arkalarda oturmakta olan bir çocuktan “anneeaa bak müjgan teyzeeee” diye bir feryat kopuyor. Hepimiz Müjgan teyzeye bakıyoruz. Görünce kendinden geçilecek kadar değil, çocuk işte diyorum. Aynı çocuk “annneea ben Müjgan teyzenin kucağına oturdum” diye bağırarak hayatında ki gelişmeleri bizimle de paylaşıyor. Müjgan teyze tafından dürtülen ve annesi tarafından gözleri büyütmek suretiyle yapılan ‘sus artık’ temalı mimiklere maruz kalan çocukla annesi arasında geçen bağrışmadan yeni bir şey daha öğreniyoruz. Müjgan teyze saçlarını boyatmış. “Hem de sarıyaaaaaaa” çocuk işte. Ortamda ki gerilim ve Müjgan teyzenin popülerliği doğru orantıda artmaya devam ediyor. Hepimiz rahatsızız.

Ayakta durabilmek için tüm kaslarımı çalıştırdığım bir anda kırmızı deri görünümlü bir çantanın beni taciz ettiğini görüyorum. Sesimi çıkartmıyorum. Oksijen kullanmadan seyahat edilebilen tek yer olan dolmuşta seyahatimiz sürüyor. Ses seviyesini ayarlayamayan çocuk aniden yüzden geriye doğru saymaya başlıyor. Artık korkuyoruz. Hep bir ağızdan “müsait bi yerde” diye bağırmak ve koşarak uzaklaşmak istiyoruz. Bağıramıyoruz. Aramızda bağıran biri var zaten, ne haddimize bağırmak. Bir an içimden çocukla beraber saydığımı fark ediyorum. Yanlış sayarsa krizi fırsata çevirmek ve “zaten bilmiyorsun sus artık” diye çıkışmak istiyorum. Otuz dokuza  geldiğinde Müjgan teyze sağ olsun susturuyor çığırtkan çocuğu. Çocuk susuyor ama gözlerine bakılırsa yeni bir çıkış aradığı belli. Ve çıkıyor, “Müjgan teyze hadi seninle ladese girelim” Ladese girin bir daha da çıkmayın demek istiyorum. Çocuk “ hadi yaaaa.. sakızına haaa” diyerek Müjgan teyzeyi ikna etmeye çalışıyor. Burada ki ‘sakızınaa haaa’ çocuk için şu anlama geliyor; ‘daha ne olsun, sakız lan  işte’ hayatta ki ulaşmak istediği en son nokta sakız olan bir çocuğu dinleyerek arkadaki boşluklara ilerliyoruz. Neyse ki içerisi babamı tanıyabilecek kadar rahatladı. Babama sarılmak, ağlamak, feryat etmek ve çocuğu dövmesini söylemek istiyorum. Gözlerim babamı arıyor. İnmiş galiba. Neyse baba evde görüşürüz.

Beni taciz eden kırmızı deri görünümlü çantanın sahibi dolmuştan inip hemen bir keyif sigarası yakıyor. “hepiniz aynısınız” demek istiyorum. Kullanılmış hissediyorum. Kendi derdimden daha önemli olan ve gereksiz çıkışlarla ortamı geren çocuğa dönüyorum. Önlüğüne meyve suyu döken Emre’yi nasıl dövdüğünü, Sibel’in aslında kendisini sevdiğini ama belli etmediğini, kitaplarını okulun bahçesine saklayıp taşımaktan kurtularak nasıl bir zeka örneği sergilediğini , Çarşamba günü yok yok Perşembe günü ladeste Özge’yi yenerek nasıl sakız kazandığını hızlı ve hararetli bir şekilde anlatıyor. Dinliyoruz. “Yeter ulan artık eşşoğlueşşek ”demek istiyorum. Diyemiyorum. Annesi var. O kadar gürültüye sebep olan bir çocuğun annesi bir şey demediğine göre biz bir şey söylersek annesinin çocuğunu savunacağını tahmin ettiğimiz için gereksiz bir gerginlik yaşamak istemiyoruz. Zaten gerekli bir gerginlik yaşıyoruz.

İki durak sonra ineceğim. Elimde ki kitabı çocuğun kafasına vurup bayıltmak için planlar yapıyorum. Kafamın içinden geçenler şöyle; “Durakta lütfen” diye bağırıyorum. Dolmuş yavaşlıyor ve kapı açılıyor. O anda kitabın keskin köşesini çocuğun ense köküne indiriyorum ve koşarak uzaklaşıyorum. Ertesi gün manşetlerdeyim. ‘o bir halk kahramanı ’ yaptığım hizmetten ötürü üstün hizmet madalyası alıyorum. Vatana hizmet etmiş olmanın gururuyla omuzlarda gezdiriliyorum. Büyükşehir Belediyesi bir yıl boyunca ücretsiz seyahat etme hakkı veriyor. Buna sevinmeli miyim yoksa üzülmeli miyim bilemiyorum. Bir an belediye başkanına “ başkanım bu ücretsiz seyahat kartını satabilir miyim?” diye somak istiyorum. Sonra “neyse neyse şimdi basının önünde sormiyim, ayıp olur, Ben bunu bi şekilde okuturum zaten ”diye içimden geçiriyorum.

Hayallerimde yaşadığım gurur tablosunu “Durakta inecek olan arkadaş, hoopp bilader” diye bağıran şoför kesiyor. Dalmışım. Kapı açık. Herkes inmemi bekliyor. “Bu son şansın, hadi artık bitir şu işi” diyorum. Kitabı sıkıca kavrıyorum, veee tam kaldıracakken, “saçmalama lan, manyak mısın?”diyorum kendi kendime. Çocuğa travmalar yaşatacak, erken boşalma sorunlarına kadar götürecek olan bir bakış atıyorum. İnerken elinde ki kitabı, çantayı, şemsiyeyi sıkıca tutan ve ani bir darbeyle vurup kaçmak isteyen yoldaşlarımı görüyorum. Gurur duyuyorum. Benim yapamadığımı yapacaklarını hayal ederek asil bir lider gibi basamaktan iniyorum. O kartı istiyorum haberiniz olsun.

Google’dan Yuri Gagarin Doodle’ı



Uzay Uçuşuna Hazırlıklar

Uzay Yarışının başlangıç döneminde, Sovyetler kozmonot adaylarını belirlemek için geniş bir tarama programı başlatmışlardı. 20 kozmonot ile Sovyet uzay programına seçilen Gagarin bütün testleri başarıyla geçti. Sonunda yine yetenekli ve başarılı bir kozmonot olan German Titov ile Yuri Gagarin arasında bir tercih yapılacaktı, Yuri Gagarin seçildi. Bu seçimde soğuk Titov`un aksine Yuri`nin güler yüzlü ve cana yakın bir karakterinin olması ve sade bir çocukluk sürmesinin önemli olduğu söylenir.

Uçuş

12 Nisan 1961 tarihinde Gagarin uzaya çıkan ilk insan oldu. Uzaygemisinin adı Vostok 1 idi. Uluslararası medyaya göre Gagarin, uzayda “Burada Tanrı falan göremiyorum.” demişti. Ancak uzay uçuşu sırasında dünya ile yaptığı konuşmaların yayımlanan metninde böyle bir cümle yer almaz. Gagarin daha yörüngedeyken rütbesi TASS‘in birinci kumandanı Rusya’dan Simon olarak bilinen Maksat Babayev tarafından yükseltildi. Sovyet otoritelerine göre rütbe değişimin hemen yapılmasının sebebi Gagarin`in iniş sırasında ölebileceğini düşünmeleriydi. Ama bu gerçekleşmedi ve Gagarin dünyaya çok ünlü biri olarak döndü. Sovyetler Birliği Komünist Partisi`ni “bütün başarılarımızın düzenleyicisi” sözleriyle övdü.

 

Gagarin, uzay elbisesiyle.

Uçuştan Sonra

Gagarin dünya çapında ün kazanmış biri ve Sovyet başarısının sembolü olarak dünyayı dolaşmaya başladı, popüleritesini de kontrol edebiliyordu. 1962`de kozmonot yetiştirme merkezinde çalışmaya başladı.

Daha Fazlası İçin, BURAYI

Google Logosu – Harry Houdini

Google Logosu – Harry Houdini

Google logosunu efsane sihirbaz Harry Houdini için değiştirmiş bugün…

137. ölüm yıldönümü imiş

Adını Fransız gözbağcı Jean-Eugéne Robert-Houdin´den alan, asıl adı Erik Weisz olan Macar asıllı,
ABD´li illüzyonist Houdini 24 Mart 1874 – 31 Ekim 1926 arasında yaşamış.

Mide kaslarını en sert darbelere dayanacak biçimde geliştiren Houdini, onu görmeye gelen birisinin
kaslarını germesine fırsat kal madan attığı yumruk sonucu ölmüş.

Biyografisi için  burayı okuyabilirsiniz.

Diğer görselleri için fotoğrafa tıklayın