Posts tagged kurucan

Yaşasın Başaramadık!

İyi bir mentör’ün skalasına,  onu başarıya taşıyan girişimlerine bakalım. “Başardım” içerikli zafer cümleleri kurduğu zamanların öncelerinde “Yine olmadı, bu seferde başaramadık” hüzünlerinin yattığını görürüz. Başaramamak Japonya kadar olmasa bile ülkemizde de yadırganır ve çevresi tarafından girişimcinin yetilerine ve azmine olan güven zayıflar. Şu söylemlerin ardı arkası bir müddet bitmez “Yavrum sigortalı bir işe gir çalış, heder ediyorsun kendini” Lakin gerçekte girişimci;  başarısızlıkları ile pişen ve başarısızlıklarını tekrar etmeyerek başarıya ulaşan azim sahibine denir.

29 Eylül’de Özyeğin Üniversitesi ve etohum işbirliği ile gerçekleştirilen Başarısızlık Zirvesinde bende seyirciler arasında ki yerimi aldım. Oldukça ‘başarılı’ geçen başarısızlık zirvesinin ikincisini tüm katılımcılar ve seyirciler gibi bende merakla bekliyorum. Aşağıda zirveden çıkarımlarımı kendi yorumumla sunuyorum. Keyifli okumalar.

Finansal desteği (ör: Baba parası) olmayan yeni girişimcilerin zorlandıkları bazı konu başlıkları vardır;

–          İş yönetimi ve kurulumu konusunda tecrübesizlik,

–          Güvenilir ortak, çalışma arkadaşları,

–          Maddi kaynak yetersizliği,

–          İyi bir mentör bulamamak,

–          İkinci adımda ne yapacağını kestirememe, Plansızlık,

–          Vergi ve hukuk sistemi konusunda bilgisizlik,

–          Yalnızca para kazanmaya odaklanma,

–          Birden fazla konu ile ilgilenme, Bir işe odaklanamama,

Bu başlıklardan biri ya da birden fazlası girişimciyi batırmaya yetebilir. Yeni bir fikir geliştirdiğimizde hepimizde aynı heyecan olur. Bu sefer kesin olacak. Bu fikrin eşi benzeri yok, daha önce yapanı hiç görmedim. Özyeğin Üniversitesi Rektörü Prof. Erhan hocamın dediği gibi “Eşi benzeri yoksa belki bir sebebi vardır” işe başlamadan önce başarma oranımızı yükseltmek için önce müşteriyi dinlemek onun ne istediğini bilmek çok önemli.

İnsanın hem özel hayatında hem iş hayatında ‘çakılma’ sebepleri olarak yukarıda yazdıklarımın yanında; ilişkilerimizi, çalışanlarımızı iyi yönetememek, Standartlara takılmak, iyi dinlememek ve dinletmemek ve Einstein’ın “Aynı şeyleri tekrar ederek farklı sonuç alamazsınız” sözü üzerine ısrarcı olmayı da sayabiliriz. Başarmak için kişisel olarak hayat görüşüne sahip olmalı ve sosyal anlamda temel konular hakkında birikimlerimizi artırmaya devam etmeliyiz. Ve yeniden denemeli, farklı açıdan bakarak ve düşünerek yeniden denemeliyiz.

Sözün özü: Her girişimci başarısızlığı tadacaktır. Başaramamak sonuç değil sonuca giden tecrübedir.

Şuradan bir öğrenci bir Müjgan alır mısınız?

Göndermiş olduğum “şuradan bi öğrenci”nin üstü gelmiş değil. Yirmibeş kuruşun hayatımda değerli olduğu zamanları yaşıyorum. Normal hayatta dönüp bakmayacağım ya da uzanıpta erişemeyeceğim insanların teninin kokusu burnumda. Dolmuştayım. Hava çok soğuk ama biz çok sıcağız çünkü çok yakınız. Kimse şikayetçi değil. Belki de herkes ısınabildiği için memnun hayatından.  Aynı araca babam binse ve “şuradan bir emekli uzatır mısın yiğenim” dese tanıyamam. O derece.

Biz yakınlığımızı ısınarak avantaja çevirirken o sırada arkalarda oturmakta olan bir çocuktan “anneeaa bak müjgan teyzeeee” diye bir feryat kopuyor. Hepimiz Müjgan teyzeye bakıyoruz. Görünce kendinden geçilecek kadar değil, çocuk işte diyorum. Aynı çocuk “annneea ben Müjgan teyzenin kucağına oturdum” diye bağırarak hayatında ki gelişmeleri bizimle de paylaşıyor. Müjgan teyze tafından dürtülen ve annesi tarafından gözleri büyütmek suretiyle yapılan ‘sus artık’ temalı mimiklere maruz kalan çocukla annesi arasında geçen bağrışmadan yeni bir şey daha öğreniyoruz. Müjgan teyze saçlarını boyatmış. “Hem de sarıyaaaaaaa” çocuk işte. Ortamda ki gerilim ve Müjgan teyzenin popülerliği doğru orantıda artmaya devam ediyor. Hepimiz rahatsızız.

Ayakta durabilmek için tüm kaslarımı çalıştırdığım bir anda kırmızı deri görünümlü bir çantanın beni taciz ettiğini görüyorum. Sesimi çıkartmıyorum. Oksijen kullanmadan seyahat edilebilen tek yer olan dolmuşta seyahatimiz sürüyor. Ses seviyesini ayarlayamayan çocuk aniden yüzden geriye doğru saymaya başlıyor. Artık korkuyoruz. Hep bir ağızdan “müsait bi yerde” diye bağırmak ve koşarak uzaklaşmak istiyoruz. Bağıramıyoruz. Aramızda bağıran biri var zaten, ne haddimize bağırmak. Bir an içimden çocukla beraber saydığımı fark ediyorum. Yanlış sayarsa krizi fırsata çevirmek ve “zaten bilmiyorsun sus artık” diye çıkışmak istiyorum. Otuz dokuza  geldiğinde Müjgan teyze sağ olsun susturuyor çığırtkan çocuğu. Çocuk susuyor ama gözlerine bakılırsa yeni bir çıkış aradığı belli. Ve çıkıyor, “Müjgan teyze hadi seninle ladese girelim” Ladese girin bir daha da çıkmayın demek istiyorum. Çocuk “ hadi yaaaa.. sakızına haaa” diyerek Müjgan teyzeyi ikna etmeye çalışıyor. Burada ki ‘sakızınaa haaa’ çocuk için şu anlama geliyor; ‘daha ne olsun, sakız lan  işte’ hayatta ki ulaşmak istediği en son nokta sakız olan bir çocuğu dinleyerek arkadaki boşluklara ilerliyoruz. Neyse ki içerisi babamı tanıyabilecek kadar rahatladı. Babama sarılmak, ağlamak, feryat etmek ve çocuğu dövmesini söylemek istiyorum. Gözlerim babamı arıyor. İnmiş galiba. Neyse baba evde görüşürüz.

Beni taciz eden kırmızı deri görünümlü çantanın sahibi dolmuştan inip hemen bir keyif sigarası yakıyor. “hepiniz aynısınız” demek istiyorum. Kullanılmış hissediyorum. Kendi derdimden daha önemli olan ve gereksiz çıkışlarla ortamı geren çocuğa dönüyorum. Önlüğüne meyve suyu döken Emre’yi nasıl dövdüğünü, Sibel’in aslında kendisini sevdiğini ama belli etmediğini, kitaplarını okulun bahçesine saklayıp taşımaktan kurtularak nasıl bir zeka örneği sergilediğini , Çarşamba günü yok yok Perşembe günü ladeste Özge’yi yenerek nasıl sakız kazandığını hızlı ve hararetli bir şekilde anlatıyor. Dinliyoruz. “Yeter ulan artık eşşoğlueşşek ”demek istiyorum. Diyemiyorum. Annesi var. O kadar gürültüye sebep olan bir çocuğun annesi bir şey demediğine göre biz bir şey söylersek annesinin çocuğunu savunacağını tahmin ettiğimiz için gereksiz bir gerginlik yaşamak istemiyoruz. Zaten gerekli bir gerginlik yaşıyoruz.

İki durak sonra ineceğim. Elimde ki kitabı çocuğun kafasına vurup bayıltmak için planlar yapıyorum. Kafamın içinden geçenler şöyle; “Durakta lütfen” diye bağırıyorum. Dolmuş yavaşlıyor ve kapı açılıyor. O anda kitabın keskin köşesini çocuğun ense köküne indiriyorum ve koşarak uzaklaşıyorum. Ertesi gün manşetlerdeyim. ‘o bir halk kahramanı ’ yaptığım hizmetten ötürü üstün hizmet madalyası alıyorum. Vatana hizmet etmiş olmanın gururuyla omuzlarda gezdiriliyorum. Büyükşehir Belediyesi bir yıl boyunca ücretsiz seyahat etme hakkı veriyor. Buna sevinmeli miyim yoksa üzülmeli miyim bilemiyorum. Bir an belediye başkanına “ başkanım bu ücretsiz seyahat kartını satabilir miyim?” diye somak istiyorum. Sonra “neyse neyse şimdi basının önünde sormiyim, ayıp olur, Ben bunu bi şekilde okuturum zaten ”diye içimden geçiriyorum.

Hayallerimde yaşadığım gurur tablosunu “Durakta inecek olan arkadaş, hoopp bilader” diye bağıran şoför kesiyor. Dalmışım. Kapı açık. Herkes inmemi bekliyor. “Bu son şansın, hadi artık bitir şu işi” diyorum. Kitabı sıkıca kavrıyorum, veee tam kaldıracakken, “saçmalama lan, manyak mısın?”diyorum kendi kendime. Çocuğa travmalar yaşatacak, erken boşalma sorunlarına kadar götürecek olan bir bakış atıyorum. İnerken elinde ki kitabı, çantayı, şemsiyeyi sıkıca tutan ve ani bir darbeyle vurup kaçmak isteyen yoldaşlarımı görüyorum. Gurur duyuyorum. Benim yapamadığımı yapacaklarını hayal ederek asil bir lider gibi basamaktan iniyorum. O kartı istiyorum haberiniz olsun.